30 Ocak 2009 Cuma

Ve o gün direnenler kazandı.

"Genç yazarlarımız yetişiyor. Mehmet Uysal'dan işte enfes bir yazı. Kıvanç duyarak sunuyoruz:"

Ve Güneş Tekrar Doğar!


Sene 2006… Buhranlı koca bir yılın ardı. Uzun bir savaşı zaferle sonlandırmış bir millet gibi, birazcık sevinçli birazcık hüzünlü birazcık umutlu. Acılarla geçen koskoca bir yılın içimizde barındırdığı kederle her şeye yeni bir başlangıç yapılmış. Gözyaşlarının, isyanın, umutsuzluğun, çaresizliğin, sahipsizliğin, imkânsızlığın içinden çıkagelen, uzun bir karanlık gecenin ardından güneşi görmüş olmanın verdiği masum ve acıklı bir gülümseyişti belki. Hem hangi mutluluk Adanaspor’suz bir koca ömür gibi geçen, nereye baksak neyi görsek neyi hatırlasak bize Adanaspor’u çağrıştıran, hayatta her şeyin anlamını yitirdiği, sadece gözyaşlarının değer kazandığı o bir yılı nasıl unutturabilirdi ki?

________________________________

* Unutamayacaktık belki, hep orda kalacaktı o acı ama ne mutlu ki tanyerinin ağardığını görmek bize nasip olmuştu.
* Olmaz denen olmuş, imkânsız kelimesi rafa kalkmıştı.
* Yarım kalan hikâyemiz buruk bir sevinç ve bir tutam umutla devam edecekti yola.
* Gözyaşları silinecek, acılarla geçen her güne inat gönüllerde artık umutsuzluk değil hayaller olacaktı.

________________________________________

Aşağı yukarı bu duygularla girilen garip bir sezondu 2006–2007 sezonu. On beş günde kurulmuş toplama bir kadro ve şampiyonluk parolasıyla lige giriyoruz da ne kadro kalitesi ne de şampiyonluk önemli, Adanaspor’u yaşamak yeter bizim için. 4.Hafta Osmaniyespor’la oynuyoruz deplasmanda. İlk üç hafta 7 puan toplamışız, ligin başı daha. Bir Perşembe günü düşüyoruz yollara, komşu Osmaniye’ye. Tribünde alıyoruz yerimizi. Birkaç ay önce hayalini bile kuramadığımız o günleri yaşıyorduk o anda. Ordaydık işte, Adanaspor’un yanında. Tepemizde de yazın yakıcı güneşi. Olsun. Eksik olmasın üstümüzden güneş, karanlığı yaşayan bilir çünkü. Tek bir umut ışığının bile görünmediği o günlerden sonra güneşe kızamazdık ki zaten.

Tek tek çağırıldı futbolcular tribüne. Bir yıldır içimizde tuttuğumuz her şeyi haykırıyorduk sanki o gün, tüm evrene. Gecenin en karanlığında, şehrin boş ve ıslak sokaklarında söylediğimiz o hüzünlü şarkılar, artık yerini sevdaya dair coşkulu haykırışlara bırakıyordu. Evet, bakın Ali Asım’da geliyor tribüne, kolları açmış, eskisi gibi aynı. Sıkıyor yumruğunu, eğiyor kamburunu, yumruğunu da boşluğa değil kaderin kahpeliğine savuruyor. Sonra götürüyor elini kalbine, iki kere vurarak sıkılı yumruğunu kalbine, o meşhur hareketini yapıyor. İşte o anda duruyor hayat…

* Ardından maç başlıyor ve yine Ali Asım, belki de hayatımızda görmüş olduğumuz en güzel gollerden birini ekliyor hafızalara. Top çataldan doksana girerken, aynı zamanda hayallerimizi de on ikiden vuruyor. Henüz maçın başları bakıyoruz saate beşinci dakika. Ardından bu sefer maçın sondan beşinci dakikasında sahneye çıkıyor Ali Asım ve havada adeta asılı kalıp, “hala buradayız, Adanaspor asla ölmez!” der gibi kadere kafayı vurup, acılarla sevinmeyi unutan bahtsız taraftarına çılgınca hatırlatıyordu o duyguyu.

Maç sonu ise aslında o maçtan alınan galibiyetin değil, bir izzet-i nefis meselesinden galip çıkmış olmanın verdiği sevinç ve gururla haykırdık sonsuz boşluğa “turuncu…” diye. Ve üstlerine giydikleri forma gibi, tertemiz sevgimizin sembolü olarak cevapladı futbolcularımız, “beyaz!”.

Ve o gün direnenler kazandı.

Hiç yorum yok: