30 Ocak 2009 Cuma

üç turuncu


Birkaç yazı altta Arjen Robben’den bahsetmiştim. Şimdi bunu bize bağlayalım. Adanaspor’un Robben’i vaktiyle kimdi? İzlemiş olanlar çok iyi hatırlar ve onaylar ki o Ümit’ti.

Samsunspor’dan 1984 civarında transfer edilmişti. Onunla birlikte bir futbolcu daha alınmıştı ama diğeri Ümit’in yanında sönük kalmıştı. Sağ kanadın adeta sihirbazıydı. Topu aldığı zaman bilirdik ki bir şeyler olacak. Özel bir seyirci topluluğu olan Ümit mutlaka bir şeyler yapardı. Onun 4–4 berabere biten bir Tarsus maçındaki golü aslında golden önceki tüm hareketleri hala belleklerdedir. Hakikatte biz Robben’i izlerken az da olsa bir nostaljiye dalıp o müthiş Adanaspor’un müthiş Ümit’ini de izler gibi oluyoruz.

Bir Tekirdağ maçında Adanaspor’un 8. golünden sonra kanadındaki savunma oyuncusunun “Abi yeter artık gelme!” demek zorunda kaldığı rivayet edilir. Sonraki sezonların birinde Ümit dönemin en yüksek transfer ücretini alarak Antalyaspor’a transfer oldu. Oradan da Fenerbahçe’ye gitti. Biz onu hep Adanasporlu Ümit olarak izledik ve bundan hep mutlu olduk hep keyif aldık.

___________________________

Bugüne gelecek olursak kendi standartlarımızda, şimdiki Adanaspor kadrosu içinde Robbenvari iki oyuncudan bahsetmek mümkün. Bunlardan biri Hakan’dır diğeri ise Habip. Bu iki oyuncumuz oyunun yükünü fazlasıyla omuzlamak zorunda kalmadıkları sürece bulundukları kanatlarda yüksek tahrip gücüne sahiptir. Yeter ki dayanışmanın, yardımlaşmanın üst düzeyde olduğu bir futbol ortamı olsun. Yeter ki özellikle orta sahada biraz daha güçlü bir Adanaspor olsun. Siz o zaman Hakan ve Habip’in neler yapabileceğine tanık olacaksınız. Bu iki futbolcunun oyunun kaderini her an değiştirebilecek niteliklerde olduğunu göreceksiniz. Dilerim zaman beni mahcup etmez!

Not: Ne yazık ki biz bu satırları yazarken, Habip Profesyonel Futbol Disiplin Kurulundan G.Antep maçından dolayı, üstelik ona en çok ihtiyaç duyduğumuz bir zamanda 2 maç ceza alıyor. Ah Habip ah…

son maçtan

Ne Kazandık?

Gaziantep Belediye maçında üç puanın yanında birçok şey kazandığımızı belirtmiştim önceki yazımda. Bu kazanımlar hem taraftar hem futbolcu hanesine kayıtlıdır. Mücadele isteği, kazanma inancı ve inadı, Adanasporluluk… Taraftar da –doğal olarak- iyi oynayan bu takımın tanındaydı.

* O deplasmanda bir keder birliği vardı; futbolcularımız o soğukta sahayla, rakiple boğuşurken taraftar tribünde, daracık yerde ve sert soğukta takımını destekliyordu. Maç devam ederken tribünün memnuniyeti şu tezahüratta beliriyordu. “Hep böyle oynayın, canımızı isteyin!” Son derece doğal bir beklentidir bu. Dünyanın her yerinde taraftar bunu ister, iyi oyun. Kazanmasa da mücadele, bunun izleri… (Ama ne olursa olsun tepkiyi küfre bulaştırmadan ister bunu veya böyle istemeli.)
________________________________

* Evet, aslında anlaşma kuralları net: Siz savaşın, biz destekleriz. Yenip yenmemeniz mevzu değil, yeter ki o 90 dakika sınırlarında bize bir umut verin. Biz o umutla ligi zaten bitiririz.
* Futbolcu da der ki; bize destek olun, sabırla destek olun. Sonuçta biz de hislerimizle var oluruz. Bu sevgi ve desteği hissettirin biz o 90 dakikayı, ne olursa olsun, savaşarak tamamlarız. Ligi de…
____________________________

Ve o gün direnenler kazandı.

"Genç yazarlarımız yetişiyor. Mehmet Uysal'dan işte enfes bir yazı. Kıvanç duyarak sunuyoruz:"

Ve Güneş Tekrar Doğar!


Sene 2006… Buhranlı koca bir yılın ardı. Uzun bir savaşı zaferle sonlandırmış bir millet gibi, birazcık sevinçli birazcık hüzünlü birazcık umutlu. Acılarla geçen koskoca bir yılın içimizde barındırdığı kederle her şeye yeni bir başlangıç yapılmış. Gözyaşlarının, isyanın, umutsuzluğun, çaresizliğin, sahipsizliğin, imkânsızlığın içinden çıkagelen, uzun bir karanlık gecenin ardından güneşi görmüş olmanın verdiği masum ve acıklı bir gülümseyişti belki. Hem hangi mutluluk Adanaspor’suz bir koca ömür gibi geçen, nereye baksak neyi görsek neyi hatırlasak bize Adanaspor’u çağrıştıran, hayatta her şeyin anlamını yitirdiği, sadece gözyaşlarının değer kazandığı o bir yılı nasıl unutturabilirdi ki?

________________________________

* Unutamayacaktık belki, hep orda kalacaktı o acı ama ne mutlu ki tanyerinin ağardığını görmek bize nasip olmuştu.
* Olmaz denen olmuş, imkânsız kelimesi rafa kalkmıştı.
* Yarım kalan hikâyemiz buruk bir sevinç ve bir tutam umutla devam edecekti yola.
* Gözyaşları silinecek, acılarla geçen her güne inat gönüllerde artık umutsuzluk değil hayaller olacaktı.

________________________________________

Aşağı yukarı bu duygularla girilen garip bir sezondu 2006–2007 sezonu. On beş günde kurulmuş toplama bir kadro ve şampiyonluk parolasıyla lige giriyoruz da ne kadro kalitesi ne de şampiyonluk önemli, Adanaspor’u yaşamak yeter bizim için. 4.Hafta Osmaniyespor’la oynuyoruz deplasmanda. İlk üç hafta 7 puan toplamışız, ligin başı daha. Bir Perşembe günü düşüyoruz yollara, komşu Osmaniye’ye. Tribünde alıyoruz yerimizi. Birkaç ay önce hayalini bile kuramadığımız o günleri yaşıyorduk o anda. Ordaydık işte, Adanaspor’un yanında. Tepemizde de yazın yakıcı güneşi. Olsun. Eksik olmasın üstümüzden güneş, karanlığı yaşayan bilir çünkü. Tek bir umut ışığının bile görünmediği o günlerden sonra güneşe kızamazdık ki zaten.

Tek tek çağırıldı futbolcular tribüne. Bir yıldır içimizde tuttuğumuz her şeyi haykırıyorduk sanki o gün, tüm evrene. Gecenin en karanlığında, şehrin boş ve ıslak sokaklarında söylediğimiz o hüzünlü şarkılar, artık yerini sevdaya dair coşkulu haykırışlara bırakıyordu. Evet, bakın Ali Asım’da geliyor tribüne, kolları açmış, eskisi gibi aynı. Sıkıyor yumruğunu, eğiyor kamburunu, yumruğunu da boşluğa değil kaderin kahpeliğine savuruyor. Sonra götürüyor elini kalbine, iki kere vurarak sıkılı yumruğunu kalbine, o meşhur hareketini yapıyor. İşte o anda duruyor hayat…

* Ardından maç başlıyor ve yine Ali Asım, belki de hayatımızda görmüş olduğumuz en güzel gollerden birini ekliyor hafızalara. Top çataldan doksana girerken, aynı zamanda hayallerimizi de on ikiden vuruyor. Henüz maçın başları bakıyoruz saate beşinci dakika. Ardından bu sefer maçın sondan beşinci dakikasında sahneye çıkıyor Ali Asım ve havada adeta asılı kalıp, “hala buradayız, Adanaspor asla ölmez!” der gibi kadere kafayı vurup, acılarla sevinmeyi unutan bahtsız taraftarına çılgınca hatırlatıyordu o duyguyu.

Maç sonu ise aslında o maçtan alınan galibiyetin değil, bir izzet-i nefis meselesinden galip çıkmış olmanın verdiği sevinç ve gururla haykırdık sonsuz boşluğa “turuncu…” diye. Ve üstlerine giydikleri forma gibi, tertemiz sevgimizin sembolü olarak cevapladı futbolcularımız, “beyaz!”.

Ve o gün direnenler kazandı.

Bir Başka Turuncu/ Arjen Robben

Arjen Robben

“Arjen Robben (Doğumu 23 Ocak 1984 Groningen doğumlu) 1.80cm boyunda Hollandalı futbolcu. Şu anda Real Madrid C.F'de oynamaktadır. Forvet oyuncusu ve kanat oyuncusu olarak görev yapmaktadır. Sürat makinesidir. Sol ayağını mükemmel kullanan bu oyuncu Chelsea'ye geldikten hemen sonra ayağı kırıldığı için bir süre futboldan uzak kalmıştır. Yaklaşık değeri 30.000.000€ dur. Hollanda'da iki kez yılın oyuncusu seçilen Robben, Hollanda Milli Futbol Takımı’nın en önemli oyuncuları içinde yer almaktadır. Real Madrid e 36 milyon Euro ile transfer olarak senenin en pahalı 2. futbolcusu olmuştur.”

______________________________________

Bunlar Arjen Robben’e dair ansiklopedik bilgiler ve her yerde bulunabilir. Fakat yazılanların hiçbiri ve bu yazının kendisi onu futbol perspektifinden anlatmaya yetmez.

* Onun karizması David Beckham’ın artistik bir pazarlama ürünü olmasından farklı bir durum arz ediyor. Evet, hazret kadar “vitrinsel” değil, her bir yoldan da gündeme gelmiyor. Belki saçsız kalmaya başlaması onu futbolunun bir adım gerisine itiyor. Robben enteresan bilekleriyle ve çalımlarıyla “rakip savunmacıların bir talihsizliği” ise bahsettiğimiz fiziki durumu (burada bir “galiba’ demek boynumuzun borcudur) direkt Robben’in talihsizliği olarak kendine dönüyor (bunu, onu televizyondan izleyen bir “his” olarak yazıyorum, yanılma ihtimalim son derece yüksektir). Bu da ondan çalımı fena halde yiyip ters yüz olan rakiplerin bir tesellisi oluyor: Evet, bizi fena benzetti, lakin bu anda yolacak saçlarımız var bizim, hiç olmazsa: ))

Bilmiyoruz oralarda böyle bir avuntunun olup olmadığını. Ama bildiğimiz bir şey varsa o da Robben’in izlenmeye fazlasıyla değer bir oyuncu olduğudur. Oyunculuğu da doğrudan futbola dairdir. En azından izlediğimiz maçlarında, onun futbolundan başka bir şeyle ilgilenmediğine tanık olduk. Bir başka talihsizliği ve işte asıl talihsizliği de sıkça sakatlanmasından kaynaklanan “cam adam”lığıdır. Ama işte hiçbir tehdit onu futbolunda, geride bir yere sabitleyememektedir. Ve Robben topu her aldığında, futbol ilahlarını çıldırtırcasına, 90 dakikanın kaderini değiştirebilecek bir karşı-ilah olduğunu göstermektedir. Ateşi tanrılardan çalan Prometheus gibi. Ve işte bunun cezası da belki de bir futbol ölümsüzü olmasını engelleyebilecek “cam adam”lığıdır…

26 Ocak 2009 Pazartesi

deplasman galibiyeti


Adanaspor Gaziantep deplasmanından 3 puanla döndü.
Müthiş bir mücadelenin sonucunu galibiyet olarak gördü Adanaspor. Maç boyunca üstündük. Hem sahada hem de tribünde net bir Adanaspor ağırlığı vardı. Bana göre yılın en güzel maçıydı.
Attığımızdan fazlasını kaçırdık, denir ya kelimenin tam anlamıyla durum böyleydi. Futbolun tüm terimleri bu maç için kullanılabilir Adanaspor için, olumlu anlamda.
Defanstaki kademe anlayışı, bloklar arasında boşluk olmaması, yardımlaşma, alan daraltma-boşaltma, kanatları kullanma vb kategorilerinde takımımız tam not almıştır.
On bire çıkan da, yedekten giren de, oyuna hiç girmeyen de, hatta kadroda olmayan da bu maçta galibiyette pay sahibiydi.
(maçla ilgili diğer izlenimlerimizi hafta içi paylaşacağız.)
____________________________

Bu maçta sadece 3 puan almadık, bir ara kaybettiğimiz ki bizi iki yıl üst üste şampiyon yapan Adanasporluluk ruhunu da kazandık. Takım tribün yine bütünleşti. Takım tribün turuncu-beyaz çekti ve geleceğe dair yeni arayışlara yöneldi. O güzel sahneler, maç 2–2 bitseydi de yaşanacaktı. Başta dediğimiz gibi, bugün ADANASPOR müthiş savaştı.

olsun


Sevgili Adanasporumuz, bak bu minik taraftar ve onun gibi binlerce büyük küçük taraftar senden galibiyet bekliyor. "Hani her halin güzel" demiştik ya, ama bir seri galibiyetle daha bir güzel olur her şey.

Yine Gaziantep deplasmanı, yine 3 puan olsun o zaman. Bu deplasmana şenliklerle giden taraftar yine öyle dönsün...

bir anı

Gaziantep'ten bir anı / cem kaplanoğlu
2–1 kazandığımız bir Gaziantep belediye (yine belediye, yahu nedir çektiğimiz şu belediye takımlarından…) deplasmanındayız…
Özel aracımızla maçtan sonra Antep caddelerinde benzin istasyonu aramaktayız… Ama bulamıyoruz, yahu boş ver, diyoruz içimizden, keyfimiz yerinde nasıl olsa bu galibiyetle yükselme grubunu garantilemişiz. Benzin de bitse ne gam. Derken, bir taksiciyi gözümüze kestirip yanaşırız ve 60 yaşlarındaki amcamızla pencere muhabbeti başlar:

—Benzin İstasyonu var mı buralarda?
—Var…
—Nerde?
—Şuradan sağa dön, az ilerden sola, orda işte, bulursun…
—Ya bulamazsak?
(Arabadaki 5′li gülmekten yarılır, amca şaşkın, soruyu soran abimiz asabi bir halde bizi izler )
- N’oldu lan?

Benzin istasyonunu zor da olsa buluyoruz ve galibiyetin de keyfiyle Adana’ya güle oynaya dönüyoruz.

23 Ocak 2009 Cuma

tribün terimleri/9


Bu Maçı Alacağız
Toplu bir ayindir söz konusu olan. “tek”ler gitmiş, kitle müdahil olmuştur. Tribünden gelen bireysel çıkışlar işlevsiz ve dolayısıyla anlamsızlaşmıştır. Son bir ayar gerekiyordur sahaya. Mesaj kendi futbolcusunadır, rakibedir, yöneticileredir, hakemleredir, futbolun tüm muhataplarınadır.
Bu maçı alacağız…
________________________________________
Tabi iş, tribünün bu hamlesine kadar gelmişse, takımın da o tribünü ateşleyen bir temposu mutlaka vardır. (Ama onca kötü gidişten sonra bıçak kemiğe dayanmışken maçın hemen başında yapılabilen bu hamle tribündeki yoğun beklentinin bir işareti olarak da değerlendirilmelidir.) Tribün, “kaybolduğuna” hükmettiği bir maç için asla bu “sloganvari” tezahüratı atmaz.
• 2. yarının ortalarında görünür daha çok,
• Çünkü kırılma anı o vakitlerdir maçın.
• Takım beraberliği yakalamıştır veya bastırırken talihsiz bir gol yemiştir,
• Hatta hakemin bir arızası yakmıştır takımı…
• Ki bu dakikalarda yüksel ihtimalle, maçın ve tribünlerin tadına doyulmaz.
• Maça asılmanın en agresif olmasa da “kararlı” bir yolu.

“Tek yol devrim!” der gibi bir şey; bu maçı alacağız, başka yolu yok!

Umut Var veya Kaka’nın İbretlik Röveşatası ya da “Kaka’lamak”


Ki hayalimizin, uğraşmaya mecalinin yetmeyeceği bir parayı elinin tersiyle itiyorsa Kaka, paranın her şey olmadığının hatta “hiçbir şey” olduğunun bir dömivolesinin fotoğrafını veriyorsa, zarifçe; bizim adımıza belki “Amerikan Uşağı Arap Şeyhleri”ne “gidin bu parayı Filistin’i imar etmek için harcayın” mesajı veriyorsa /veya biz bir mesaj tahayyül edip bu mesajı da böyle algılıyorsak, ne önemi var şimdi bunun, durumun gerçekliği değişmediği sürece Kaka’nın bu şiirsel davranışını biz pek ala böyle de yorumlarız, sanatsal bir durum söz konusudur çünkü/ bir anlamda “bedenlere sahip olabilirsiniz ama ruhlara asla” diyorsa ve şık bir bilek hareketiyle bedeni de kurtarıyorsa ve hatta muhatabının belinden su alıyorsa, para üzerine şekillenmiş şu futbol sektörseline bir beşlik yapıyorsa yani bacak arası, bizler buna içimizden ve de bloglarımızdan bir “oley” çekiyorsak; formaların kutsallığının namusu, bir parça da olsa kurtarılıyorsa böylece, evet mesleği futbolculuk olan yani bu “işten” geçimini sağlayan futbolcu kardeşlerimize derslik bir hareket gösteriyorsa, bir şeyler öğretiyorsa, tam da jeneriklik bir hareketse bu üstelik; Boggio’nun, Juventus formasını giyerken Fiorentina’ya penaltı atmayı reddetmesini, Sabotiç’in Adanaspor’a gol atmaya yanaşmamasını, Ali Beykoz’un Adanaspor’dan ayrıldıktan sonra Bursa formasıyla çıktığı maçta tüm tribün tarafından alkışlanmasını, Ali Beykoz’un çimleri öpmesini, ağlamasını (siz kendi futbol tarihinizden bu tür incelikleri ekleyiniz), bizim bu fakir futbol heveskarlığımızı daha anlamlı kılıyorsa, böylece efsaneden gerçeğe fuleli bir geçiş yapıyorsa ve birileri bu davranış üzerine keyifli yazılar yazıyorsa, hem futbol denen “olgu” hem taraftarlık hem de bilumum futbol yöneticiliği için umut vardır.

Bu umudun adı da şöyle olsun o zaman “Kaka’lamak” … Kelimenin Türkçemizdeki anlamlarıyla değil ama, belki yeni futbol düzeninin evrensel anlamıyla umudun adı olsun “Kaka’lamak”. Ve Anadolu takımlarının yıldız adayı oyuncuları bu manzaraya üç beş dakika düşünerek baksın.

Ve bu olay, formanın paraya karşı kazandığı önemli bir mevzi olsun!

futbol ve ötesi


Başka Dost Yok (veya Düşman)

Fanatizm, holiganlık, forma aşkı evrensel “futbol coğrafyasında” genelde aynı, özelde küçük farklılıklar gösterir. Alınganlıklarından tezahüratlarına kadar, futbolcu-yönetici-taraftar-hakem ilişkilerine kadar, dost takımlardan düşman tribünlere kadar bir yumak "topaklar". Binlerce kilometre uzunluğunda da olsa o yumağı aynı yekpare ip oluşturur.

Futboldaki ticaret-siyaset ve şiddet de öyledir.
Dünyanın her tarafından gelen görüntülerde amatörden profesyonele dek birçok sahada, hakeme saldıran seyirci görmüşüzdür.
Sahaya atlayanlara futbol izleyen herkes her yerde rastlamıştır.
Kendi takımını protesto etmek, hatta futbolcusuna saldıran taraftar olmak pek yerel bir vaka olmasa gerek (bu anlamda suç işleyenlerin “kulak çekme” ötesinde bir cezayla karşılaşmamış olmaları da bu aynılığın parçacıklarıdır.).
1985 Bürükse- Heysel faciası, 39 taraftarın ölümü, 200’den fazla yaralı dün gibi akıllardadır.
Bir Kayserispor-Sivasspor maçında çoğu bıçaklanarak öldürülen 42 insan, 600’den fazla yaralı belgelerdedir hala.
Durumun hazin yanı, dünyanın he yerin taraftar benzer hislerle, kendi takımlarına duydukları aşkla yapar bunları.
Sloganlar, marşlar, sıfatlar bildiğimiz birçok yolla ve ışık hızını eski bir deyim olarak bırakıp yayılır evrene.
Futbolun içindeki iyi kötü her şey, kralını tanımadan ve tabiatına uygun bir biçimde en cılız tribünlerde bile kolayca beden buluyorken futbolun halet-i ruhiyesini “özgüleştirmek” kanımca boş bir iş olur. Sevinçler, öfkeler, örgütlenmeler, sorunlar benzerlik gösterirken sonuçlarına katlanmak da kulüpler açısından bu aynılıktan nasibini almıştır. Örneğin dünyada, boş tribüne oynamayan takım yok gibidir.

Futbola egemen olmuş ve futbolu taraftarın elinden almış çeşitli çıkar grupları da futbolu başka bir şey haline getirmiştir. Dönen para akıllara durgunluk verecek cinsteyken “birilerinin” bu alanda kayıtsız kalmalarını beklemek, futbolun hala forma aşkıyla oynandığını zannetmek kadar “safça” olur.
Bildiğimiz bir benzetmeyle, futbol sahaları bir arenaysa, ölümüne dövüştürülen futbolcular da buna göre birer gladyatörse, işin bedelini de bu anlamda ödemek kaçınılmaz oluyor. Bu bedel de futbolun tüm halleriyle “başkalaşmasından” başka bir şey değildir.
Arjantin’de barrabrovalar (vahşi çeteler) olarak bilinen holiganların korkulan bir grup olduğu, bunların karıştığı olaylarda onlarca insan öldüğü, kulüplerle karşılıklı çıkar ilişkileri içinde oldukları, mafya gibi hareket ettikleri için genelde paçayı kurtardıkları, sadece saha işgalleri ve tribün kavgaları değil sahne arkasında da iş yaptıkları (bknz. Futbolun Karhanesi, Craig McGill, İtaki Y. S. 218) kayıtlarla sabittir.

Futbolun hakiki ömrü olan ve bir sinema filmi meşrebinde seyreden o 90 dakika içinde her şey neden-sonuç ilişkileri içinde yaşanırken aktörler de role uygun davranışlar gösterir; futbolcular, taraftarlar, yöneticiler, hakemler, federasyonlar, televizyonlar, gazeteler…

Süreçte de futbolun asıl sahipleri olan “ortalama” taraftar dönüştürülüyor, evriliyor, çevriliyor. Bu neden olur, nasıl olur yukarıda kısmen tartışıldı. Süremizi aşan bir mevzudur bu…
Ama o “en çok olması gereken” taraftar tipi el birliğiyle yok ediliyor. Ya tribünlerden çekiliyor ya da tutkularını nefrete devredip birer tribün canavarı oluyorlar. Yani olduruluyorlar.
Ve futbol âleminde hal böyleyken, BJK Başkanı Yıldırım Demirören: “Beşiktaş’ın Beşiktaşlıdan başka dostu yok!” diyor. Böyle diyor.

13 Ocak 2009 Salı

denge meselesi


Bir Şehrin Dengeleri

* Şehrin dengeleri oynaktır, duruma göre değişir.
* Bugün söylediğini yarın inkâr ettirir.
* İlkesizlikler üzerine kurulmuştur şehrin dengeleri.
* Dengeyi kuran da meçhuldür çoğu zaman.
* Bir gizli el dokunur şehrin dengelerine.
* Bir ortaoyunudur aslında şehrin dengeleri.
* Neye göre dengelenir, bellidir de, diyebilene aşk olsun.
* Tahterevallidir şehrin dengeleri, dengede tutmak için ayak oyunları gerekir.
* Hakka göre değildir, keyfidir şehrin dengeleri.
* Standartlar hep değişir.
* Dengeleniverir dengeler.
* Açık olana eyvallah, ama gizli menfaatlere göre dengelenir şehrin dengeleri.
* Bir nalıncı keseridir.
* Hırslar, kıskançlıklarla sıvanır binası şehrin dengelerinin.
* Zalimcedir.
* Bizans oyunlarına rahmet okutur.
* Mertçe değildir.
* Bel altından vurur.
* Kanaat önderleri(!) hiçbir şeye kanaat etmezler ki hakikatte yoktur öyle bir müessese.
* Şehrin dengeleri yerel gazetelerin dengesizliğine bırakılmayacak bir hassas terazidir.
* Adalete dairdir, gözleri bağlıdır, kimi yargıladığını görmemek, bilmemek içindir; kör bir adalet için değil.
* Ne yazık ki bazen Parası veya gücü olanın dengesidir.
* Ama “bir gücü olduğunu zannedenin” dengesizliği değildir.
* Dengesini kaybetmiştir haddizatında şehir.

On yıllardır böyledir şehir. Yoksullaşmaktadır. Kimsesizleşmektedir. Çünkü birilerinin çıkarı, bireylerin-toplumun çıkarlarından önce gelmiştir hep. Hep kandırılmıştır şehir, aldatılmıştır yani. Tarımsız, sanayisiz, siyasetsiz, “komuoyu”suz, sporsuz, felsefesiz, yerelde gazetesiz kalmıştır. Kalakalmıştır. Arada kalmıştır. Koca koca adamlar kendi menfaatleri için manevralar yaparken bir futbol macerasında takımlarını en masum duygularla seven insanlar, garip bir kinle, karşı karşıya kalmıştır. Hep karşı kutupta kalmıştır. Ve oluşturulan bu düşmanlık üzerinden kimi siyaset kimi de ticaret yapmıştır.

* Şehrin dengeleri mi? Bu söz bir “şehir efsanesi” olsa gerek…
* Dengesini kaybetmiştir ip cambazı ve şehir ölmüştür!

ölümsüz taşlar


Ölümsüz taşlar gibidir

Zamanın zulmünü aşan

Hiçbir darbeyle yıkılmayan

Dimdik duran

Ve işte direnen/ ki kazanmıştır direnenler



Turuncunun ateşidir Adanaspor
Bizi coşturan...

toprak ev hikayeleri



Toprak Ev

Öyle derdik, Toprak Ev. Ortak hafıza onu öyle kişileştirmiş ve özelleştirmişti. Adana’nın batı tarafındaki mahallelerde, daha ötelerde köylerde benzerlerini çokça görebileceğiniz bir binaydı.

Hayalimde, daha doğrusu çocuk hafızamda ince uzun bir ev olarak duruyor. İki ayrı sofası vardı. Biri batıya diğeri doğuya düşüyordu. Her iki sofa da güneye, portakal bahçesine bakıyordu. Birbirine yapışmış iki ayrı ev gibiydi. Doğu tarafında amca çocukları otururdu. Batı tarafında biz, babaannem, halalar, kuzenler… Bizim odanın alt katında bir odacıkta amcam ve yengem yaşardı. Zemininde çiçekli bir halı hatırlıyorum. Bordo renkler, motifler… Bir de radyo, oradan aklımda kalan tek şarkı “yalan dünya yalan imiş” diye bitiyordu.

Banyo, tuvalet dışarıdaydı. Dışarıdaki o mekân çocukluğumun en büyük kâbusuydu. Gece olunca ötesi kara bir ormana dönüşen tuvalet. Bu korku yetmezmiş gibi, o çocuk halimizi dehşete daha beter düşüren oyunlar, kandırmacalar; dardağan ağacının oradaki siluet, sulama motorunun üzerindeki hayal, pencereden bakan bir çift göz, perdelerin durup dururken titremesi… Kendimizi kendi tuzağımıza düşürdüğümüz hain oyunlardı tüm bunlar.

Toprak Ev’in önündeki portakal bahçesi gündüzleri bizim oyun cennetimizdi. Civarda tek tük evlerdeki yaşıtlarımız yani ilk arkadaşlar, çocukluk arkadaşları, kardeşler, kuzenler için her mevsim bir şekilde meyvesi olan (portakal, mandalina, erik, kayısı, şeftali, hurma, incir, üzüm, nar, bir ara muz, yenidünya, dardağan, armut, elma…) bu bahçe aynı zamanda çeşitli bölgelerini paylaştığımız bir ülkeydi. Herkesin kendi hükümranlığını ilan ettiği, küçük devletlerden oluşan bir özel coğrafya. Benim krallığım sulama motoru civarına düşüyordu. Aşağıdaki fotoğrafta gördüğünüz o sulama havuzu içine damından atladığımız bir yüzme havuzuydu bize göre (hakikaten öyle zannediyorduk. Motorun damından o bir avuç yere atlamaya elbette korkardık. Bize bir cesaret, bir ideal gerektiğinde de “Adanaspor için” derdik ve bırakırdık kendimizi. Hay Allah, hala duran o havuza(!) şimdi bakıyorum da... çok küçükmüş be: )).

Toprak evde yaşadığım yıllar bir hayal oldu gitti. Gerçekten yaşadığıma asla emin olamadığım günler… bir rüya mıydı, ayıramadığım zamanlar… ve böylece kalan hikayeler, “Toprak Ev hikayeleri”…

cemre atmaca

Usta analizcimiz İsmail Eğriparmak’ın cemre Atmaca yorumu:

Doğum Yeri: Trabzon

Doğum Tarihi:24 Mayıs 1985

Uyruk: TC

Futbolcu Temsilcisi: Anıl Çolak


Öncelikle Cemre ismini görünce çok sevindiğimi belirtmeliyim. Sezon başında forvet mevkiine transfer yapılacaksa bu ismin hep Cemre olmasını istemiştim… Bunu da sürekli olarak Adanaspor taraftar sitelerinde gündeme getirdim…

Şimdi Temmuz ayında Adanaspor.Org’ta Cemre hakkında yaptığım yorumları göstermek istiyorum…

[Forvete bence kesinlikle bir isim alınmalı. Geçen hafta gündeme gelen Kartalsporlu İskender, Sakaryalı Ferdi isimleri olmazsa (tabi ki biz transferleri yapmıyoruz ama gönlümden geçen isim) Değirmenderesporlu Cemre Atmaca olabilir. Kulüp içinde görev yapıyor olsam, forvet için önereceğim 2–3 isimden biri olur. Abartmıyorum ama gol krallığı için en önemli aday olur..Herşeyin hayırlısı olsun..

Cemre ismi için, Rizespor, Giresunspor, Karabükspor çok bastırıyor. Özellikle Giresun, Emrah Kol”un Rize’ye gitmesinden sonra forvetteki boşluğu Cemre ile doldurmayı istiyor. Değirmenderespor’dan ayrılması yüzde 99,9. Değirmenderespor’da 19, Arsinspor’da iken 16, Trabzonspor Paf takımındayken de 17 gol atmıştı. Bizimkiler bu gol makinesini görmüyorlar mı?

Yine Cemre ile ilgili bir başka yorumum:

Bu arada Cemre’yi ben 2003 yılında Adanaspor 1.Ligde iken paf ligi karşılaşmasında (Adanaspor-Trabzonspor) canlı olarak da izlemiştim. Bizim defansımızı hallaç pamuğuna çevirmişti. Kalecimiz Serkan Kırıntılı birçok gol çıkarmasına rağmen Cemre’nin ayağından gelen 3 golü önleyememişti. Maçı 3–2 kaybetmiştik. Çok da eminim bu sene Cemre hangi takıma giderse gitsin, bu sene onun yılı olacak.]

Bu transferin gerçekleşmesinde emeği geçenlere teşekkür ediyorum. Hoşgeldin Cemre Atmaca…

Sehrituruncu.com’dan alınmıştır.

9 Ocak 2009 Cuma

"yarın" nasıl olacak?


Beklentinin Resmi
• Hazırlık kampındayız şimdi
• Bir iki antrenman maçı olacak
• Nokta transferi yapılacağına dair işaretler var
• Biraz daha toparlanacak takım
• İkinci yarıya biraz daha hazır olacağız
• Olasılıkla sular biraz daha durulmuş olacak
• Kasımpaşa maçı için son rötuşlar yapılacak
• Tribün de son hazırlıklarını tamamlayacak
• Birlik ve beraberlik için olacak bu
• Umutların devam ettiğini göstermek için
• Yalın bir Adanaspor sevgisi için
Hayatta türlü dertler vardır. Hep istediğimiz gibi gitmez işler. Hatta çoğu zaman istediğimiz gibi dönmez çarkıfelek. Bir sevinirsek beş üzülürüz. Hayatımızın olağan halleridir bunlar. Derken en sıkıntılı zamanlar aşılır, bildiğimiz seyrinde yol alır hayat. Öyledir. Hiçbir zaman tozpembe değildir devran.
• Sonra Kasımpaşa maçı başlar
• Adanaspor, yepyeni bir takım olarak savaşır
• Tribün takımı doksan dakika destekler
• O güzel üç puan bizim olur
• Gaziantep deplasmanına akar taraftar sonraki hafta
• Sakaryaspor maçına üçte üç yapmak için çıkılır

Ya da bir hayal, boş umut, imkânsız bir beklentiler dizisi olarak kalır, kötü günler devam eder. Evet, resmi çizmek bizim elimizde!

bir eski zamandı

“Vefa” duygusu güzeldir. Bu kelimenin sözlükteki yazılanından öte bir anlam vardır. İnsana dair en temel kavramların başında gelir. Düşünmenin, hissetmenin, hatırlanmanın kardeşi gibidir.

Biz Adanasporlular için, şairin dediği gibi “Vefa, İstanbul’da bir semt ismiymiş” şeklindeki sitemvari bir söz değildir. Bunun bizde derin anlamları, hoş hatıraları vardır. 90’lı yılların başında(dilerim yanılmıyorumdur bu tarih mevzusunda)Klementy,Kaleci Darko ve o muhteşem Sabotiç Adanaspor’a transfer olmuştu.

İlk maçından itibaren adeta bir gol makinesi olmuştu ve doğal olarak da tribünlerin kahramanına dönüşmüştü. İlerlemiş yaşına rağmen o yıllarda Fenerbahçe’nin de gündemine gelmiş olan Sabotiç golleri, futbolu ve güler yüzüyle(Bu bize önceki yıllarda gülen adam Peroviç’i de hatırlatmıştır.) Adanasporluların sevgisini fazlasıyla hak etmiş bir futbolcuydu.

Uzatmayalım, sonraki sezonlarda Ankaragücü’ne transfer olur Sabotiç. Kan kaybeden Adanaspor’umuzun da kötü günleri başlamıştır.
Derken Adanaspor ve Sabotiç Adana’daki bir maçta karşı karşıya gelirler. Ankaragücü’nün başında da Samet Aybaba vardır.5 gol yiyerek mağlup oluruz.

Maçın sonunda Samet Aybaba’nın: “Sabotiç sen niye gol atmadın?” diye sorduğu, Sabotiç’in bu soruyu yanıtsız bıraktığı rivayet edilir.(Çünkü yanıtı belli olan sorular vardır!)

Hoş, Adanaspor’un böyle jestlere dair kompleksleri yoktur. Golü kimden yediğimiz o kadar da önemli değildir. Ama Sabotiç’in Adanaspor’a “gol atmama” konusunda hissettikleri (veya bizim hissettiğini düşündüğümüz şeyler) hatırlanmaya değer. Bir zamanlar kahramanı olduğu tribünlere içten bir sevgi hissetmek, bunu da gol atmaya yanaşmamakla göstermek; değerleri “skorlara, sayılara” bağlı olanların anlayabileceği türden bir davranış değildir.

Fiorentina taraftarının sevgilisi olan Baggio Juventus’ta forma giyerken bir Fiorentina maçında penaltı atmayı reddeder. Bunun üzerine oyundan alındığında da Fio’lu taraftarların kendisine uzattığı Fiorentina atkısını boynuna dolamaktan da çekinmez.

Roberto Baggio’yu yücelten de (Elbette futbolu kadar) bu vefa duygusudur.

ponorama

* Çalkantılı bir ilk yarı geçirdik. Daha çok düşüşleri yaşadığımız bir devreydi. Bunda hoca değişikliklerinin de büyük bir etkisi oldu. Ama ilk hoca Hüsnü Özkara’nın sezonun ilk takımını kurarken, ne kadar hatalı olduğa tanık olduk bu 17 maçta. Hani topçular çırpınmadı değil maçların genelinde, ama herkes kendi gücü oranında yapabildi bunu. İlk yarı boyunca yaşadığımız tüm olumsuzlukların temel sorumlusu o ilk hocaydı sonuçta. Ondan başlayan yanlışlıklar bir dizi halinde peş peşe geldi ve birçok kişiye sirayet etti. Öyle ki, bu dönemde hata yapmayan yok gibiydi.
* Büyük umutlarla transfer ettiğimiz ve bu umutları da boşa çıkarmayan bir isim vardı: Emrah Bedir. Oynadığı maçlarda Adanaspor’un en büyük silahıydı. Sakatlanması birçok hesabı bozdu, değiştirdi. Tez elden iyileşmesi gerekmektedir.
* Cem ve Alper uzun süre konuşuldu tribünlerde, özellikle hazırlık dönemi yaşamış bir Cem’in takıma ne kadar faydalı olacağı çok tartışıldı. Sonra işler öyle bir karıştı ki, bu iki oyuncuyu herkes unuttu.
* Çok güzel galibiyetlerimiz oldu. Aslında tüm galibiyetlerimiz güzeldi. Hep heyecan içindeydik. Hep nefes nefeseydik. Ama Karabük galibiyetinin anlamı farklıydı. Özellikle son dakika golüyle gelen bu galibiyet daha bir tatlanmıştı. Ve fakat Orduspor’dan son dakikalarda yediğimiz o frikik golü de hala gözlerimizin önündedir. Bruno topu öyle bir yere bırakmıştı ki… Ondan öncesinde stat bir felaketi sezmiş gibi buz kesmişti ve golle birlikte 1 puana razı olmuştuk. Altay yenilisi de trajikti bizim için. 88. dakikada kaçan golün üzerine 90’da golü yemek bir hayli üzmüştü.
* Hakemlerin enteresan kararları da ilk yarının önemli olaylarından biriydi bizim açımızdan ve birçok kulüp açısından. Antrenmansız, formsuz, beceriksiz, iradesiz hakemlere denk geldik genelde. Ve de canımız yandı. Ama içtenlikle söylüyorum ki bunu birçok kulüp yaşadı. Bir biz değildik üzülen.
* İlk yarının en güzel olayı nedir, diye sorarsanız hiç düşünmeden Habip derim. Daha önce de yazmıştım onun hakkında. İlk transferimiz demiştim. Takıma inanılmaz bir katkısı olacaktır. Bunu tam bir inançla ve tribüne gaz vermeden söylüyorum. Yaşayacağız o dakikaları ve göreceğiz.
* Metin Yıldız’la çok umutlanmıştık. İşte oldu bu sefer demiştik bu sezon için. Olmadı. Talihsizlikler yaşandı. Başımıza gelmesini hiç istemediğimiz, düşünmek bile istemediğimiz durumlar söz konusu oldu. Kamuoyunda yıprandık, yıpratıldık. Bu olayların tarafımızda durulmasının temelinde oyuncularımızın ikinci yarıdaki performansları olacaktır. İyi oynamak zorundalar, kazanmak zorundalar, yoksa taraftar ara dönemde açılmış olan bu defteri ilk olumsuzlukta tekrar açacaktır!!! Bu dostça bir uyarı olsun.
* İki transferle gündemi biraz değiştirdik bu sırada: Metin Tuğlu ve Volkan Glatt. Dileğimiz bu transferlerin bize ilaç olmasıdır. Ve transferin devam etmesidir diğer dileğimiz.
* Son dileğimiz de Adanaspor adının yıpranmaması, yıpratılmamasıdır!

tribün deyimleri


* Maç iddaaya gitti.

Yakın zamanın bir tribün saptamasıdır bu:

* Maç iddaaya gitti.
* Maç iddaya gidecek
* Oranlara bak, bu maç iddaaya kurban edilir

Şeklinde yorumlara rastlanır. Yaşananlar göstermiştir ki aslında taraftar yıllardır futbolun içindeyken, onunla yakın bir hayat sürerken edindiği izlenimler, tanık oldukları onun bu durumda pek de haksız olmadığını gösterir.

Gazetelerden okuduklarımız, TV’lerden filan izlediklerimiz, duyduklarımız; Avrupa’da ve Türkiye’de yaşananlar böyle bir tribün kaygısını yaratmıştır. Zaten paranın köpeği olmuş futbol bir de bahislere, bahisçilere mi pazarlanıyor, aslında hiç de karanlık olmayan, hatta ziyadesiyle aydınlık mekânlarda?

Ayrıca “sistem” denen o soyut organizasyona duyulan güvensizliğin bir göstergesidir de bu yorumlar. Çünkü birileri bir yerlerde anlaşılır “ideallerle(!)” örgütlenmiştir. Dernekler, federasyonlar, kulüpler, partiler, ama işte oralarda o örgütlü insanlar “gizli örgüte” evirilip “şahıslarına menfaat sağlama” gruplarına, çetelere dönüşmüşlerdir.

Bir ülkede “dinin kutsallığı” içinde bile türlü dalavereler çevrilirken, tezgâhlar kurulurken, bir yerlerde enteresan insanlar, şirketler enteresan yollarla birkaç gecede dolar üzerinden milyoner edilirken bir futbol maçında küçük bir operasyon düzenlemek iş midir bre!

Sonuçta:

* Burada her maç rahatlıkla iddaaya gidebilir
* Bundan sonra, uzunca bir zaman, yenilgi gerekçelerinden biri de bu kaygı sayılmalı
* Saha, hava, sakatlık, ceza sebepleri gibi…

yuh!

“Öte Yandan” Sesleniyoruz

Yuh Sana “Faik Gürses” ya da “Sahibini Sesi”

[“(TSYD) Başkan Vekili Faik Gürses, her türlü imkâna sahip statlarda, çok yüksek rakamlara alınan futbolcuları izlemeye, parası olan futbol seyircisinin girmesi gerektiğini söyledi.”]

[Futbolda Şiddet ve Düzensizliği Önleme Platformu, “Çözüme Doğru–2” toplantısında konuşan TSYD Başkan Vekili Gürses, İngiltere'nin tribün terörünü ve şiddeti, maç biletlerine yaptığı müthiş zamlarla çözdüğünü savundu. Milyonlarca Avroya ya da dolara alınan yıldızların 2–3 TL'ye izlettirilmemesi gerektiğini anlatan Gürses, şöyle konuştu:

“10 milyon Avroya alınan oyuncuyu, karaborsada 3 TL'ye izlettirirseniz bunun neresine lig, neresine ekonomik boyut, neresine sosyal patlama diyebilirsiniz? Peki, parası olmayan futbol maçı izlemeyecek mi? Onlar da belki yılda 3–4 defa stada girebilecektir ama televizyonlarla yapılacak sözleşmelerle, 'öte yanda kalan' futbol izleyicisine de ayrı bir kapı oluşturulmalıdır.”]

Alıntı bu!

Futbol asilleri, ulemaları, ne derseniz deyin, yine sahne aldı. Diyorlar ki “futboldaki terörü zengin seyirciler bitirir!”

Adeta bilinçli bir biçimde kredi kartlarıyla zaten teslim alınan, hayat mücadelesinin en geri saflarına itelenen, yani karnını doyurma derdinden başka bir dert güdemeyen, dilencileştirilen (bu arada kültürümüzde sadaka da vardır, diye buyruldu) halk, bir bir öteleniyor sosyal alanlardan. Onlar zaten mağazaların vitrin seyircisi, onlar zaten sinema salonlarının en yabancısı. O bilet fiyatlarıyla oralarda yok olup gitmişlerdir. En zalim çalışma koşullarında köleleştirilen insanlar, işte bu tarzdaki hamlelerle statlardan da uzaklaştırılmak isteniyor. Bu futbol lortları ki aslında asalakları, çevrelerinde avam tabakasını görmek istemiyor.

Bu zihniyete ne dersek az!

Efendiler; siz önce gazetelerinizde, TV’lerinizde yaptığınız yorumlarda önce kendinize bir bakın. Bu futbol terörünün neresindesiniz onu bir tahlil edin. Bu zihniyet, hiçbir neden-sonuç ilişkisini düşünmeden en kolay, en kestirme, en aciz, en sefil yoldan sorunu(!) halletme hayalindeler. Bu halkın derdine derman olamadan, onu anlamadan, onu sevmeden yapılan bu işler hangi sorunu çözecek acaba? Bunun devamında ne diyeceksiniz merak ediyoruz!

Tribünlerde, mekânlarda, tiyatrolarda, sinemalarda, caddelerde, mağazalarda, otomobillerde-trafikte (ha, bunu da söyle utanma trafik sorunun da şöyle çözmeyi öner; trafiğe parası olanlar çıksın, örneğin 100 bin avrodan ucuz arabalar yollarda görünmesin, bu yasağa uymayan araçlar Taksim Meydanında sallandırılsın!) siz olun, efendileriniz olsun. “Öte yanda kalanlar” da sizin hizmetçileriniz olsun, köleniz olsun, kulunuz olsun, şu rezil hayat keyfinize göre olsun. Ulan o zaman alayınıza yuh olsun. Çürüyor, kokuşuyorsunuz!

Not: Yılda 3–4 defa stada gidecek olanlar örgütlenecek, sayısı milyonlar olan yoksullar o 17 haftayı bölüşecek, nereden baksan her maçta 4–5 bin “öte yanda kalan” olacak ve statlardaki varlıklarıyla da olsa o sezonu sana ve senin gibilere zehredecek!

Not: Peki, bir FB GS maçını Anadolu’nun herhangi bir ilinde buyrulduğu gibi TV'den izleyen taraftar maç sonunda karşı karşıya gelmesin, olay çıkarmasın diye o süre zarfında sokağa çıkma yasağı mı ilan edilsin!

unutmamalı


Gündüz Hocamızı ölümünün 1. yılında sevgiyle anıyoruz.

unutmamalı

adanaspor için


* Her kulübün çalkantılı dönemleri vardır.
* Biz bu anlamda okyanusları aştık ama şu devre arası olaylarında (çeşitli yorum-forum sayfalarında üzülerek izlerken tanık oluyoruz)
* El birliğiyle
* Taraftarın da katkısıyla(!)
* Derede boğulmak için kendimiz çırpınıyoruz.
* Kapanacak yarayı kaşıya kaşıya kangren haline getiriyoruz.
* Elbette birtakım hatalar olmuştur, bir ama bunları gündemde tutmayı bir süreliğine ertelesek fena mı olur,
* Bu kez “kol kırılsa ve yen içinde kalsa” Adanaspor şimdikinden çok daha fazla mı zarar görür?
* Adanaspor sevgisi uğruna takımı, yönetimi hedef tahtasından uzak tutmak daha faydalı olmaz mı?
* Oysa bazı Adana basını zaten Adanaspor’u hedef tahtasına oturtmuş, güya başkan üzerinden aslında bize vuruyor da vuruyor.
* Örneğin bir “yerel gazetenin” bir takma adı gün geçmiyor ki bize sallamasın.
* Ki o, Adanasporlu bile olmadan, Adanaspor hakkında “dalga geçmeye kadar varan” laflar sarf etme cesaretini kendinde görebiliyor.
* Biz bunun için tek laf etmezken, sonuçta Adanaspor’a büyük zararlar verecek bir tür kampanyanın parçası oluveriyoruz, malum olaylar üzerine.
* Hançeri kendi sırtımıza saplıyoruz.
* Bazıları gazetesinin spor sayfasında, manşetten, dost gibi konuşup bizi kamuoyunda iyice yıpratma telaşında.
* Biz kendimiz böyle davranarak Adana’daki Adanaspor düşmanlarının eline büyük kozlar veriyoruz, o kadar.
* Bu sezon, “geçen sezonların hatırına da olsa
* ” Biraz sussak ve beklesek,
* Adanaspor aşkımız mı körelir,
* “En hakiki Adanasporlu benim imajı” mı zedelenir…
* Ne olur!

HER ŞEY ADANASPOR İÇİN…

2 Ocak 2009 Cuma

adanaspor

Adanaspor

Taraftarlık nasıl bir şeydir genel hatlarıyla bakalım:

* Başlık Adanaspor
* Çünkü bu noktada davamız Adanaspor
* Davamız da sevgiye dayalı, tutkuya bağlı, isterse körlemesine kime ne
* Buradan ekmek de yemiyoruz ki öyle bir derdimiz de yok, olamaz
* Salt sevgi, ötesiz berisiz
* Bir taraftardan da başka ne beklenir
* “Bizim takım” söz konusuysa bin düşünür bir söyleriz
* Ona zarar vermemektir bunun sebebi
* Buradan yükümlülük almadan dilimize geleni de söyleriz ama bu da taraftarlığa sığmaz o da ayrı bir mevzu
* Yani tüm hassasiyetimiz bir tür “sevgiliyi” koruma kollama meselesidir
* Tüm bunlar taraftar olarak bizim adı konmamış, bir yerlerde yazılmamış ama doğal bir bilinçle oluşmuş sorumluluklarımızdır, yazılmamış yasamızdır adeta
* Evet, reflekslerimiz var oluşa dairdir
* Annenin çocuğunu koruması gibi bir his, üzerine siz eklemelerinizi yapın bu çerçevede
* Takımla birlikte futbolcusuna da sahiplenir genel olarak (arızalı durumları istisna olarak kabul ediyorum)
* Taraftar açısından durumun bir özeti budur, ama çoğaltılabilir, tarzınıza göre devam edin içinizden



Futbolculuk nasıl bir şeydir genel hatlarıyla:

* Bir kere işidir bu
* Parasını kazanır, evini geçindirir (isterse en demagojik yanıyla söylensin), böyledir bu
* Alt yapısından yetişmişse kulübün, bu da ayrı bir aidiyet hissettirir, belki hissettirir, o kadarı pek bilinmez
* Tribünle kurulan iletişim başka bir enerji oluşturabilir (dikkat ederseniz “olabilirli” konuşuyorum, buradan bakınca haller pek net değil)
* Ne olursa olsun bir gün orada futbolcu olarak zamanının dolacağını da bilir, tabiatın kanunu bu
* Forma aşkı oluşmuş olabilir
* Hiçbir şey de oluşmamıştır
* Çıkar “topunu oynar”,
* Buna da selam durulur
* Tribünler de filan oynamaz
* İşte en çok da buna selam durulur, şimdi bu anda mevzuumuz selam durmaksa
* Dedik ya işidir bu
* Ama
* Ama işini de bir “sorumlulukla” yapar değil mi?
* Çünkü onun da bir muhakeme becerisi vardır
* O da “düşünen bir varlıktır”
* Hiçbir şey düşünmezse futbolculuk kariyerine dair “çıkarlarını” düşünür
* Bir süreliğine de olsa mensubu olduğu “topluluğun” bir parçası olarak oranın “itibarını” ve buna bağlı olarak kendi itibarını düşünür
* “En son söylenecek sözün, en başta söylenmemesi gerektiğini” düşünür; hem hayatın tüm hallerinde böyle değil midir bu incelik

Bizim meselemize gelirsek; buralardan örneğin Hakan için, Fuat için ne güzel şeyler yazdık. Fevzi’yi kanımızın son damlasına kadar savunduk. Emre’yi anlamalı, onu dikkatli izlemeli, dedik. Ersan Âdem Gülüm’e yapılanları kendimize yapılmış gibi hissedip üzüldük. Yahu, Ahmet Yıldırım’la devam edilsin, hocaya da gerek yok dedik bu noktada; ona o kadar inandık. Ki bu isimlerle şampiyonluk(lar) yaşadık.

Şimdi nasıl onlara veryansın edeceğim, onların emeklerini yok sayacağım ve durulan olayların devamında şu noktada, onca lafı ettim varsayıp, olası başarılarına nasıl sevineceğim?

Peki, ben bunları sıradan bir taraftar olarak buradan hissederken futbolcu veya futbolculuk hiç mi özeleştiri yapmayacak, hiç mi şapkayı önüne koymayacak?

Hiç demeyecek mi kendine:

*Durumlar ne olursa olsun ve hatta nasıl olursa olsun, ben bir camianın bireyiyim

*En büyük sevinci yaşadım onlarla tellere tırmanıp (siz o anı biliyorsunuz)

*Dost var düşman var

*Tökezlemeni bekleyip arkandan tekmeyi basacak çapta insanlar var

*Timsah gözyaşları denen bir “kavram” var

*Her işin bir adabı var

*Yahu şurada Adanaspor var

Evet, gördüğünüz gibi, sonuçta herkesin kendine göre bir beklentisi var. Herkesin kendince haklı olduğu bir dünyası var. Bu dünyanın da türlü dertleri var. Biz daha fazla kaşımayalım yarayı, uzattık da lafı. Bu mevzuya da nokta. Çünkü Adanaspor’u bekleyen güzel günler de var.

İnadına inancımız var!

son gelişme

Ne Oldu?

* Adanaspor’daki son gelişme hepimizi şaşırttı.
* Neler olduğunu yeterince bilemediğimizden herhangi bir yorum yapmak da imkânsızlaşıyor.
* “Söyleyeceğimiz herhangi bir söz, bilmeden yapacağımız herhangi bir yorum Adanaspor camiasına zarar verebilir.” anlayışıyla hareket edip gelişmeleri bekliyoruz.
* Dileriz bu “buhran” kısa sürede atlatılır ve “Adanaspor camiası” bundan fazlaca zarar görmez.
* Varsın bu sezon kayıp geçsin yeter ki Adanaspor adına yakışır gelişmeler içinde olalım.
* Taraftar olarak, Beklemekten başka yapacak hiçbir şeyimiz yok!!!

hakemler

Herkes bir şeyler dedi yazdı onlar için. Biz de yazacağız bir iki satır.

Hem 1.ligde hem de Süper Ligde birçok maçı izledik. 1.ligde muhatap olduğumuz maçlar tabi ki Adanaspor’undu. Stattan veya TV’den izledik bu maçları. Süper lig maçlarının hatırı sayılır bir miktarını da izledik TV’den, evet. Bu yazının hazin sonu şu ünlemle de özetlenebilir hakemler için: Vah!

Onlarca, yüzlerce hataya tanık olduk. Vahim hatalardı bunların çoğu. Hakemler belki art niyetli filan değildi o anlarda. Belki diyoruz. Öyle farz edelim. Bu da bir sorundur ama kendi başına, garabet şudur: Hakemlerimiz fena halde kötüdür. Kötüden de kötüdür. Bir alay “ne yaptığını bilmeyenler topluluğu”dur. Birçok takımın kaderiyle oynamıştır onlar. Sezon boyunca onca emeği hırsızlamışlardır. Antrenmansızlardır, tutarsızlardır, iddiasızlardır, gayretsizlerdir, kolaycılardır…

Hata yapan futbolcu gider, yönetici gider, hoca gider; ama hata yapan hakem gitmez, hayır belki gider, yukarı yukarı gider. Büyük takımların(!) maçlarını yönetmeye gider.

Futbol en küresel spor-sektördür belki de. Örneğin bir Avusturalyalı dünyanın öteki ucundan gelip burada top oynuyor. Oynayacak elbette itiraz buna değil. Hocası da geliyor her yerden. Gelsinler, futbolumuza katkıları inkâr edilemez. Anladınız geleceğimiz noktayı:

Öneriyoruz! Bundan böyle hakem de gelsin dışarıdan. Bir yasak varsa konuya ilişkin, kaldırılsın. İstiyoruz bunu; çünkü tanık olduğumuz ve maruz kaldığımız onca eziyetten sonra o hakemlerin bir tekine bile inancımız, güvenimiz kalmamıştır. Art niyetli olup olmamaları bizi hiç ilgilendirmiyor! Can yakmaları ilgilendiriyor! Öyledir, yabancı hakem istiyoruz!!!



Not: Fırat Aydınus için çok yazdık burada. Bu notla ona da noktayı koyuyoruz. Ona “sana hakem olamazsın demedim” diye seslenmiştik. Son maçında da (Trabzon-Eskişehir) gördük ki aynı zamanda bir tetikçidir o. Düştüğü hazin durumlar nedeniyle inanın ona acıdık da bu kez. Ah, insan bir kere şaşırmaya görsün.

adanaspor.org'un dönüşü

Maraton'un, "adanaspor.org'un dönüşü"ne dair yazısıdır. adanaspor.org'dan alınmıştır.

‘Biz ne badireler atlattık, zirveyi de gördük dibi de... En güzel günlerde de vardık...
Sanki bir aralar kaybolduk... Öyle sandılar! Ama vardık...’

Neden kaybolduk konusunu az çok dilimiz döndüğünce camiaya, taraftara, kulübe zarar vermeden dile getirmeye çalıştık... Bizimkisi bir tepki idi... Hayatta bir annenin, babanın gözyaşından, can yoldaşımızın bir damla kanından daha değerli bir şey olamayacağına dair bir duruştu...

Bu dönem yaşadığımız zorluklar ve çekilen acıların sıkıntısı bir yana, dost zannettiklerimizin buharlaşmalarını görmek bize ayrıca bir ders verdi... Hani hep diyorduk ya forumda ve statta,

‘Hep destek, tam destek’,

Gördük ki bir yere kadarmış destek... Turuncu uğruna emek verilen günler, saatler sonrasında bu yaşadıklarımız bizi birbirimize daha bir sıkı bağladı, daha sıkı sarıldık... Ve kalktık ayağa, daha dik, daha güçlü, daha kararlı...

Site yönetimi yeniden oluşturuldu. Sitemiz yeniden yayınına başladı... Yazar kadromuz bir kaç değişiklikle yeniden yorumlarıyla gündemi oluşturacak, takip edecek, yorumlayacak...


Adanaspor.Org Adanaspor’a karşılıksız gönül verenlerin sitesidir. Turuncu Beyazı hayatının merkezine koymuşların merkezidir...

Daha öncesinde olduğu gibi, hiçbir derneğe ve kulübe bağlı olmadan, kişilerin veya çıkar gruplarının değil sadece ve sadece Adanaspor’un menfaatlerini gözeterek faaliyette bulunacağız. ‘Bağımsızlık’ kolay ve sık söylenen bir kelime olmasına rağmen, biz yine eskiden olduğu bağımsız ve çıkarsız olmanın hakkını vererek yola devam edeceğiz...

Bu yolda hata yapan kim olursa olsun ister teknik adam, ister futbolcu, yönetim üyesi, basın mensubu hatta ve hatta başkan dahi olsa karşısında dur diyeceğimizi, doğruları söyleyip, ilkelerimiz doğrultusunda camiamızı yönlendireceğimizden kimsenin kuşkusu olmasın!

Üstadın cümlesi ile giriş yaptık, onun cümlesi ile bitirelim

‘Ve geldik aynı inançla, aynı davayla! ‘

Yaşasın Turuncu Kardeşliği...

Adanaspor.Org Yönetimi

yeni yıl




Yeni Yıl Mesajı

* Bizde kötü bir sezon oldu
* Sorunlar da bitmedi, sürüyor
* Öte yandan ekonomik kriz “teğet” vurdu ülkeyi
* Yoksulluk, yaşam biçimi oldu
* Her yerde talan
* Diğer tarafta İsrail cinneti
* Filistin taammüden öldürülüyor
* Âlem sus pus
* Diren Filistin, demiştik. Ama taşlarla sapanlarla ne kadar direnir bir halk
* Beri yanda tatlı hayat düşkünleri
* “Bana dokunmayan yılan…”
* Hayatımızı kuşatan bir alay rezillik
* Ama direnelim
* Hepimiz direnelim
* Çünkü hala doğuyor güneş

diren filistin


Diren Filistin

“Eski duvar diplerinde karanlık sular

Ay vurmuş gölgelenmiş kuytular

Canım oğul, güzel yiğit

Al gel kanlı gömleğini

Sana nasıl kıydılar!”

(Hasan Hüseyin Korkmazgil)


Filistin’de yine İsrail katliamı yaşandı. Bunun sorumlusu bu cinnete karşı üç maymunu oynayanlardır. İsrail ve İsrail’le ilgili tüm işbirlikçilerdir. Süregelen cinayetlere cesaret veren ülke yöneticileridir. Bu cesaret verme İsrail’le iyi ilişkiler kurma adına bir türlü sesini çıkaramayıp adam gibi “sen ne yapıyorsun?” diyememedir.

Dünyanın gözü önünde insanlar kendi ülkelerinde öldürülüyorlar. Birileri de çıkıp bu cinayetler üzerinden kendi siyasetini yapıyor. Din adına, ticaret adına, “bize yapılan saygısızlık” adına…

Ama insanlar orda hala ölüyor. Her gün ölüyor. Bir bir değil, toplu bir katliamla ölüyor…

Diren Filistin, kavganı başlattığın noktada daha çok bulacaksın direnme gücünü…

gündüz tekin onay tribünü


"Gündüz Tekin Onay Tribünü" olsun!

* Geçen yıl bugünlerde gündeme getirmiştik.
* Gündüz Hoca’nın ölümü üzerine.
* “Güney Kale Arkası” demiştik,
* “GÜNDÜZ TEKİN ONAY TRİBÜNÜ” olsun.

O zaman, ligdeki o müthiş çekişme, şampiyonluk telaşı bu öneriyi diri tutamamıştı. Yine söylüyoruz; devre arası “GÜNDÜZ TEKİN ONAY TRİBÜNÜ”nün Güney kale arkasında can bulması için gayet uygundur.

Düşünce platformu için gerçekleşecek ilk hedef neden bu olamasın!

Unutmamalı,

Kurumlar tarihleriyle vardır, gerek yarattıkları ve gerekse kendilerini yaratan değerlerle vardır. Gündüz Hoca’yı bu anlamda o tribünde yaşatmak bizim için bir sorumluluk gibidir. Üstelik futboldaki en güzel günlerini bizle yaşayan, dolayısıyla bize de güzel günler yaşatan Gündüz Hoca 5 Ocak’ın güneyinden güzel günlerimize doğru bakacaktır. Bu da bizim bir başka “uğurumuz” olacaktır.

Başkanımızın da ilgilenmesi dileğiyle…
Güney Kale ArkasıGÜNDÜZ TEKİN ONAY TRİBÜNÜ

Olsun

ilk transfer


Onu 3. ligden beri izliyoruz hepimiz. Hatta ilk hoca o zamanlar onu pek fark edememişti, bazen 11’e bazen de kadroya almıyordu. Sonra hocalar değişti ve Habip Adanaspor’un en faydalı adamı oldu neredeyse.

2B’de klasman maçlarında yine çok önemli işler yaptı. Onun Adana’daki GASKİ maçındaki performansı unutulmaz. Size Habip’i anlatmaya gerek yok.

Ne ki bundan yaklaşık 13 ay önce, klasman maçlarının sonuna doğru bir sakatlık yaşadı ve düne kadar formasından uzak kaldı. Oysa o Habip yükselme maçlarında işimizi önemli bir oranda kolaylayacaktı. Olmadı. Ama Adanaspor da vazgeçmedi Habip de.

Şimdi transfer haberlerini bekliyoruz heyecanla. Biz ilk transfer bombasını patlatalım; Habip. Evet, Adanaspor dünkü Samsunspor maçının devre arasında çok çok önemli bir transfere imza attı. Bu transfer, ki Habip’tir o, 2. yarıda birçok maçın önemli bir oyuncusu olacaktır. Göreceğiz, tanık olacağız, dinleyeceğiz, sevineceğiz. Yeter ki şansızlıklar uzak dursun bize, uzun bir süre.

sevdiğimin şehri


Tahar Ben Jelloum’un “Yoksullar Hanı” adlı romanında da bir şeyler okumuştum Napoli’ye dair. Yazar inceden çiziyordu Napoli’nin İtalya’nın en “ötelenmiş” şehri olduğunun resmini. İtalya’nın geneli için İtalya’nın güneyindeki bu şehir aslında İtalya’nın güneyi filan değildir, düpedüz Afrika’nın kuzeyidir.

Bir Napolili kuzeye doğru çıktığında başka anlamda da “çıkmış” olur diğerlerine göre ve “İtalya’ya hoş geldiniz” karşılamalarıyla da muhatap olur, diye rivayet edilir.

Irkçılığın başka halidir.
Zalimcedir.
İteler, öteler, yok sayar veya yok saymaya çalışır.
Anlamaz, aslında anlamak istemez.
Tüm bunların karşısından baktığımızda Maradona’nın Napolili olması, oradaki şampiyonluğu ve Napoli’nin o meşhur dünya kupası finallerinde kendi ülkesinin değil de Maradona’dan yana durması gayet anlaşılır bir durumdur.

Gelelim Adana’ya!

Türkiye Adana’yı kabaca tanımlamıştır, tanımlamaktadır
Çünkü o kadar anlamıştır bu şehri.
Onların klişeleri vardır Adana’ya dair ama içinde bir satırlık incelik, insani bir ayrıntı yoktur.
Acı biber vardır, kebap vardır, şırdan vardır, kimi zaman net olarak dillendirmeye cesaret edemedikleri “kabalığımız, görgüsüzlüğümüz(!) vardır (bakınız bir dizideki o iğrenç “Dilber” garabeti) onların Adanalı portrelerinde ama Türkiye’nin güneyindeki bu efkârlı şehrin ruhuna bakan, bakıp da anlamlı bir hat çizen tek bir hareket yoktur.
Bir biçimde kendi standartlarında (!) olamayan; Adanalı bir iş, okul, askerlik vs arkadaşları vardır ama tüm bunlar, o Adanalılar yine onların çoğu zaman o kör önyargılarıyla vardır. Ötesinde de toptancı bir yargılamanın muhatabı koca bir şehir durmaktadır.

Hal böyleyken bugünlerde dizilerde Adanalı “tipler” de vardır. Bu tipler de işin kendi tabiatına uygun bir biçimde, bu modelleştirmenin birer karikatürü olarak vardır.

Bu şehrin en olmadık haliyle vardır.
En hazin görünüşüyle vardır.
En rezil tahayyülüyle vardır.
Oralarda enteresan bir hayat haliyle sevdikleri bir Adana-Adanalı vardır.
Çünkü onların “steril” (!) evreninde öyle bir Adana vardır.
Ama “benim” Adana’m yoktur!

Adana;

Sarı sıcağı, ince yağmurlarıyla; Küçüksaat’ten kalkan ırgatların pamuk tarlalarında tutturduğu türküleriyle kederimin, yalnızlığımın, çocukluğumun, çocuksuluğumun, dostluğumun şehri…

“Sevdiğimin şehri!”