6 Kasım 2008 Perşembe

taraftarlık üzerine


Üç N / Bir T

Taraftarlık üzerine birçok yazı karaladık, genel taraftarlığa veya kendi taraftarlığımıza dair… Tüm bunlar bir tür “suya yazı yazma” eylemi midir, bilinmez. Fakat öyle gibidir. Kimselerin “tarzından” vazgeçmek gibi bir düşüncesi yok, olmaz da, hatta bunun gerekliliği bile akla getirilmez. Çünkü ben de taraftarlığımı en ideal düzeyde görüyorum, en “taraflı” halimle. Yine de bir şeyler yazmadan olmuyor, “taraftarlık” üzerine. Çünkü taraftarlık o kitlenin içinde bulunduğu “her şeyle” de ilgilidir. Taraftarlığı konuşurken sadece o taraftarlığı konuşmuyoruz, değil mi?
Örneğin Adanalı bir taraftarla Kayseriliyi hangi “düzlemde” ele alsak arada hep “yokuşlar” oluyor taraftarın “azami müştereklerde” buluşmasını köstekleyen; inançlarda, ekonomide, futbolu hissetmede, hayata bakışta, siyasal tercihlerde, rakıyı algılayışta mutlaka birtakım özgünlükler vardır tribünleri de sloganları da etkileyen. Bu farklılık doğaldır da. Ama “asgari müşterekler” de mi yoktur taraftarlık hissiyatında?
Werder Bremenli bir taraftarla Adanasporluyu hemfikir yapan? Hani gazeteciliğin 5N 1K’sı gibi… Aslında var olduğunu düşündüğümüz için bu başlık böyle: 3N 1T… Açılımı; Neden Taraftar, Nasıl taraftar, Ne Zaman Taraftar?

Neden Taraftar?
Bunun farklı farklı yanıtları vardır. Avrupa’daki bir şehir takımının taraftarı olmanın bazı tarihsel, kavimsel nedenlerinin olduğu bir hakikattir. Oralardaki ayrım şehir-devletlere kadar gidebilir. En yerel bir bakışla örneğin bir Milanolu taraftar aslında vaktiyle kendince bir devletin vatandaşıydı. Devamında o küçük krallığın bir tecellisi olan tutması da kaderin bir oyunu değil dayatmasıdır.
İzmir’deki Karşıyaka-Göztepe farklılığı da kısmen böyledir. Semtlerin oluşturduğu bir tercih vardır orada, kendini İzmirli değil de Karşıyakalı saymanın “orijinalliği”. Ankaragücü-Gençlerbirliği ayrılığı da içinde bir takım sosyolojik, kültürel unsurları saklar. Gençlerin “olaya” biraz daha elitsi yaklaştığı-yaklaşmış olduğu rivayet edilir.
Lakin bir Eskişehirsporlu, Sakaryasporlu, Bursasporlu, Bolusporlu olmak günümüz itibariyle “gayri ihtiyari”dir. İşin en enteresan boyutu ise Adana’da yaşanmaktadır. Çünkü baba ve oğul arasında bir tercih farkı olsa da bunun hiçbir ruhbilimsel, sosyo-ekonomik, kültürel filan gerekçesi yoktur. Şöyle bir fark olabilir: Popülerlik. Bu popülerlik de kendini iki biçimde gösterebilir:

1) Taraftar kitlesinin popülerliği ve şehirde iyi örgütlenmesi yani kendini iyi ve etkili tanıtması

2) Takımın liglerdeki başarısı

Bu tercihlerin renklerle de ilgisi yoktur. Benim takımımın renkleri ne ise en güzeli de odur. Bunu geçelim. Peki, en nihayetinde bir taraftar neden taraftardır, neye göre?
Bunun sorgulanması “aşk” kavramının sorgulanmasına benzer. Mehmet Ali Kılıçbay bir yazısında aşk denen şeyin direkt öznenin arzuları, beklentileri için olduğunu söylemişti. Yani ben birine âşıksam aslında kendim için aşığım. O sevgilinin bazı meziyetleri olsa da ruhsal veya fiziksel… Taraftarlık da öyledir. Kısmen. Kişisel tatmini sağladığı sürece vardır taraftar. Kişisel tatmin de genel için düşünüldüğünde mutlak başarıdır. Yani her an “eski aşka” dönüşebilir takım ve taraftar da onu hayatının önceliklerinden çıkarır.
Bir takımın taraftarı olmanın tarihsel veya kentsel gerekçeleri ne olursa olsun son tahlilde “taraftarlık taraftar içindir!” saptaması damgasını vurur.

Nasıl Taraftar?
Bu alt başlıkta yine aynı değerler akla geliyor; fedakârlık, kötü günde de sevmek, hep destek, takımı ille de başarısı için sevmemek, falan filan. Sakız ettik… Bildiğiniz laflar. Yani takım aşkı büyük ölçüde “platonik” olan…
Hayatımız baştan sona öznelliklerle doludur. Öyle de olmak zorundadır. Çünkü her insanın bir düşünme, analiz etme, tercih yapma becerisi vardır (reflekslerle de olsa)… Bu da öyle olmak zorundadır, değil mi? ( İradesini –siyasette gördüğümüz gibi- iki torba kömüre pazarlayanlara sözümüz yok!) Durum böyleyken “nasıl taraftar”ın cevabını vermek, buradan bir profil çıkarmak yine öznel bir iş oluyor. Ne diyelim şimdi burada? İdeal olan hangisi?

*çekirdek çinten ve sadece maçını izleyen taraftar mı,
*ne olursa olsun vaziyet, arada hakeme sövmek için bulunan taraftar mı
*rakip takımın maneviyatını bozmak için ter döken taraftar mı
*takımı her haliyle kabul eden taraftar mı
*takım galipken bile ondan hoşnut olamayan taraftar mı
*daha üçüncü dakikada kendi takımına sinkafı basan taraftar mı
*yönetimin taraftarı mı
*yalnızca başarılarla tatmin olan taraftar mı?

Şöyle toparlayabiliriz, galiba; alın bir insanı okulda, evde, işte, rakı masasında, seyahatte, kahvede kâğıt oynarken tahlil edin, şöyle bir resmini çekin, tribüne kopyalayıp yapıştırın ortaya aynı suret çıkacaktır. Bu da o ülkenin; o siyasal, toplumsal, ekonomik, kültürel koşulların, o şehrin, o eğitim niteliğinin insanı olacaktır. On bin kişilik bir tribünü bu anlamda tarzlara göre gruplandıracak olursak orada galiba yine on bin grup olacaktır. Veya böyle bir şey. Yani; “Taraftarın nasıllığı= Bireyin nasıllığı”

Ne Zaman Taraftar?
*takım başarılı olduğu zaman
*galip gelindiğinde
*gol atarken
*gol kovalarken
*takımın bir kalecisi olduğunu unutmuşken
*şampiyonluğa oynarken
*şampiyon olurken
*bazen küme düşerken
*küme düşmemesi için çırpınırken
*diğer takımın taraftarını kızdırırken
*formlarda klavye savaşlarına girişirken
*takıma bir aidiyet hissederken
*bir efsanenin parçası olmaya çalışırken
*camianın gücünden kendine bir güç ararken
*bunun olabileceğini zannederken
*hayata tutunacak bir dal ararken
*hafta sonlarına bir anlam kazandırmak istediğinde
*macera aramaya başladığında
*ağrısız başını ağrıtmak istediğinde
*hayata, talihe sitem etmeye heveslendiğinde
Bu cevaplar da yetmez, diye düşünüyorsanız şöyle noktalayayım;
“taraftarın keyfinin geldiği, gerçekleştiği zaman taraftar.”

Hiç yorum yok: